Son zamanlarda kentsel dönüşüm projeleri, şehir merkezlerinde hem umut hem de belirsizlik doğururken, bir aile içinde yaşanan dramatik bir olay dikkat çekti. Dede ve torunları, bulundukları evden tahliye edilmemek için isyan etti. Yaşadıkları mekanın sadece bir yapı olmadığını, aynı zamanda ailelerinin geçmişine ve sıcak anılarına dair bir parça olduğuna vurgu yapan aile, bu durumun kendileri için ne anlama geldiğini kelimelere döktü.
Kentsel dönüşüm, genellikle modern yaşam alanları yaratma amacı güderken, çoğu zaman eski yapıları yıkıp, yeni projelerin inşaatına yeşil ışık yakmaktadır. Ancak bu süreç, sakinler için birçok zorluğun kapısını da aralamaktadır. Dede Nuri Yılmaz, 85 yaşında ve evinin yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya. “Bu ev, benim için sadece bir yer değil, eşimle yaşadığımız anıların her bir köşesinde ise hayalleri, gülüşleri ve gözyaşları saklı. Her şeyimiz burada,” diyor Nuri Dede. Kendisi ve torunları, kentsel dönüşümün gereksiz bir zorbalık olduğunu savunuyorlar.
İstanbul'un hızla büyüyen semtlerinden birinde gerçekleşen bu olay, ailesel bağlılık ile modernizmin çelişkisini gözler önüne seriyor. Her ne kadar belediye ve müteahhitler bu projelerin şehir hayatına artı değer kattığını savunsa da, aileler için kaybedilen geçmişin telafisi mümkün olmuyor. Torunlar, dedelerinin bilgelik dolu tavsiyelerinin ruhlarını yaşatmaya çalışırken, aynı zamanda bu sosyal değişim sürecinin kendilerine getirdiği kaygıları da tartışıyorlar.
Dede Nuri Yılmaz ve torunları, sosyal medya üzerinden destek arayışına girdiler. “#TahliyeEtmeyin” adlı bir kampanya başlatarak, yaşadıkları yerin sadece fiziksel bir yapı değil, aynı zamanda yaşamlarının merkezine dair anılarla örülü bir dünya sunduğunu aktarmak istiyorlar. Cevap buldum diyenler, yaşanan dönüşüm sürecinin özellikle sosyal bağları kopardığını, insanların birbirinden ve geçmişten uzaklaştırarak yalnızlaştırdığını savunuyorlar.
Bunun yaninda, mahalledeki diğer sakinlerle birlikte protestolar düzenleyerek, yerel yöneticilere seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Dede Nuri, “Biz sadece bir evin yıkılmasını istemiyoruz. Bu, kültürümüzün ve hayat tarzımızın yıkılması demek," diyerek düşüncelerini aktarıyor. Yaşadığı yerin bir zamanlar ruhunu taşımış insanlarla dolu olduğunu hatırlatan dede, kentsel dönüşümün getirdiği yalnızlığın farkında olduklarını vurguluyor.
Bu protestolar, yalnızca dede ve torunların sesiyle sınırlı kalmayıp, yaşadıkları semtin köklü geçmişine ve değerlerine sahip çıkmak isteyen birçok insanı bir araya getirdi. Eş zamanlı olarak, sosyal medyada yayılan bu hareket, diğer mahalle sakinleri tarafından da sahiplenilmeye başlayarak büyüyen bir toplumsal dayanışma haline geldi.
Özetle, dede ve torunları, tahliyelere karşı başlattıkları bu hareketle, sadece kendi hikayelerini değil, toplumsal değerlerin korunmasına dair mesajlar da vermek istiyorlar. Dediğim gibi, bu olayın ardında yalnızca bir aile değil, birçok insanın aynı kaderi paylaşan duyguları ve geçmişleri var. Kentsel dönüşüm projelerinin arka planında saklı olan derin sosyal sorunları gözler önüne seren bu durum, aynı zamanda yerel yönetimlerin dikkat etmesi gereken bir mesele olduğunu da ortaya koyuyor.
Yaşanan bu olay, kentsel dönüşüm politikalarının yeniden düşünülmesi gerektiğini hatırlatırken, bireysel ve toplumsal bilinçlenmeyi teşvik ediyor. Ailelerin hakları ve geçmişleri, sadece mekanla sınırlı kalmayıp, onların kimliklerini de şekillendirdiği için, her bir sesin duyulması gerektiği kaçınılmaz bir gerçektir. Sadece dede Nuri değil, tüm aileler bu mücadelenin parçası olarak, geçmişlerinden aldıkları güçle geleceğe doğru adım atmaya devam edecekler.